Uzun zamandır adını duyduğum fakat işlerimden dolayı gidemediğim bir yer olan Zeyrek'e nihayet gidebildim.Bakalım bugün neler keşfedeceğiz :)) Yola Haliç kıyısındaki Ayakapı otobüs durağından başladık,tabii bu bahsettiğim Zeyrek bölgesine Saraçhane,Şehzadebaşı,Bozdoğan Kemeri bölgesinden de ulaşabilirsiniz.Burası Fatih ilçesinin tarihi bir semti...
Duraktan yavaş yavaş yukarıya tarihi yarımada içerine doğru başladığımız yolculukta karşımıza içi ve önü turistlerle dolu tarihi bir fırın çıktı,tarihi fırın görür de hiç ilgilenmez olur muyız, hele saatler sabahları ve kahvaltıyı gösteriyorken :) turistler İstanbul'u bizden iyi biliyorlar buraya nasıl gelirler bu fırını nasıl keşfederler pes doğrusu.Zor da olsa fırının içerisinde oturacak bir masa bulduk ve hemen gözümüz fırından yeni çıkan enfes kokulu böreklere poğaçalara takıldı.
Benden tavsiye böyle bir geziye başlarken sabah evden hiçbir şey yemeden çıkın,ne zaman nerede karşınıza ne çıkacak bilemezsiniz :) Evden kahvaltı yapıp çıktıysak da bu nefis su böreği,poğaça ve kürt böreğine hayır diyemedik,tabii yanında tavşan kanı çay da olunca :)
Osmanlı kent dokusunu günümüze taşıyan
en önemli mahallelerden olan ve UNESCO tarafından tüm insanlığa ait değerli anılar
taşıdığı için "Dünya Kültür Mirası" olarak belirlenen Zeyrek, ahşap
cumbalı ve söveli evleriyle biliniyor.
Her ev sahiplerinin
ruhunu yansıtıyor,ahşap evler bir de yeşil asmalar ve sarmaşıklarla birleşince
çok güzel renkli manzaralar ortaya çıkıyor...
Zeyrek semti 19. yüzyılın ilk yarısında
yapılan ahşap sıra evleriyle, "serçeden başka kuş, Zeyrek'ten başka yokuş
bilmez" deyişini yaratan kıvrımlı dar sokakları, dik yokuşları, hatta
merdivenli iniş-çıkışları ile ünlüdür.Bitişik nizam mimari ile kıvrımlı
sokaklardan oluşan Zeyrek, Süleymaniye ile birlikte Osmanlı kent dokusunu
günümüze taşıdığı için tarihsel olduğu kadar mimari açıdan da önem taşıyor.
Zeyrekhane'ye ulaşmak için adına Zeyrek denilen açık
hava müzesinde bir zaman yolculuğu yapacaksınız. Dik yokuşlarda, eğri büğrü
yollarda, birbirine yaslanarak ayakta durabilen ahşap evlerin arasından
geçeceksiniz ve bu mekana vardığınızda karşınıza son derece muhteşem bir
manzara çıkacak: Sağda Şehzadebaşı Külliyesi, onun biraz solunda Süleymaniye,
biraz sola dönünce Sultanahmet ve Ayasofya yan yana. Tam karşıda Topkapı Sarayı'nın
kubbeleri, yanında Marmara, onun ardında Üsküdar. Sol taraf Galata ve Beyoğlu-eski
Pera. Sağ elinizle Beyazıt, sol elinizle Galata Kulelerine dokunabilirsiniz.
İşte bu etkileyici manzarayı seyrederken,
Zeyrekhane’nin kendine özgü sıcacık, nostaljik atmosferinde Türk mutfağının en
seçkin lezzetlerini tadabilir, kahvenizi içebilirsiniz.
Zeyrek Camii veya Pantokrator Manastırı Kilisesi İstanbul'un
Zeyrek
semtinde Doğu Roma döneminden kalma dinî yapıdır. Kilise üç ayrı şapelin
bir araya gelmesinde oluşur. Ayasofya'dan sonra İstanbul'da ayakta kalan en büyük eski
kilisedir.
Güneydeki ilk kilise II. Yannis Komnenos'un karısı İrene tarafından 12. yüzyılın ilk çeyreğinde yaptırıldı. Karısının ölümünün ardından imparator kilisenin kuzeyinde, az ilerisine ikinci bir kilise yaptırdı ve en sonunda bunları birleştirmek için üçüncü bir kilise daha yaptırdı.
1118 ve 1124 tarihleri arasında Bizans imparatoru II.
Yannis Komnenos'un eşi Macaristanlı İrene bu manastır sitesini inşa
etti. Hristos Pantokrator (Herşeye kâdir İsa) adadı. Manastır, ana kiliseyi
kapsıyordu. Ayrıca bir kütüphane ve bir de hastane adadılar. Eşinin ölümünden
sonra, kısaca 1124 den sonra imparator II. Yannis Komnenos ilk kilisenin
kuzeyine diğer bir kilise inşa etti. Onu Theotokos Eleousa'ya adadı. Neticede
(1136) iki şapel (Saint Micheal'e adanan) ile birleşti. Komnenos ve Palaiologos
hanedanlıklarının İmparatorluk mozelesi haline geldi. Bundan başka, pekçok
yüksek rütbeli Bizanslı, İmparator II. Yannis ve eşi İrene, İmparator I. Manuel
Komnenos'un eşi Sulzbachlı Bertha ve İmparator V. Yannis Palaiologos buraya
gömüldüler.
Bu nefis narların resmini çekmekten kendimi alıkoyamadım :))
İsterseniz önce bu çok etkileyici su kemerlerinden bahsedelim.İstanbul'un coğrafi yapısının çok engebeli olması nedeniyle şehre su getirmek tepeleri aşırmak her zaman bir sorun olmuştur.Bu sorunu aşmak için Bizans döneminden başlayarak şehirde birçok su kemeri ve sarnıç inşa edilmiş.Bozdoğan sarnıcı bunlardan en önemlisi.
O zaman ki adı Bizans olan şehrin
su rezerv sisteminin inşası İmparator Hadrianus döneminde başladı.I. Konstantin zamanında şehrin yeniden yapılanması ve
büyümesiyle birlikte hızla artan nüfusun ihtiyacını karşılamak için sistemin
daha da genişletilmesine gerek duyuldu.
Kemer, suyunu Kağıthane
ile Marmara Denizi arasında kalan tepelerin yamaçlarından alan ve Trakya’nın tepelik
bölgelerinden başkente kadar uzanarak şehrin su ihtiyacını karşılayan geniş
kemerler ve kanallar sisteminin - toplam uzunluğu 250 kilometreye kadar uzanan
bu sistem antik dönemde yapılmış benzer sistemlerin en büyüğüdür - en son
noktasında yer almaktadır. O zamanlar şehre gelen bu su, toplam kapasitesi 1
milyon metre küpten fazla olan üç açık ve Yerebatan Sarnıcı gibi yüzden fazla yaraltı sarnıcında
depolanmaktaydı.
382 yılında yaşanan şiddetli kuraklıktan sonra I. Theodosius tarafından Belgrad Ormanlarından şehre su taşıyan yeni bir hat inşaa ettirildi(Theodosius Kemerleri ).II. Theodosius döneminde, Bozdoğan Kemerin suyunun Zeuksippos Banyolarına ve İmparatorluk Sarayına dağıtımı sağlandı. Muhtemelen bir depremde zarar gördükten sonra, Yerebatan ve Binbirdirek Sarnıçlarıyla bağlantılarını da tamamlatan Roma İmparatoru I. Justinyen tarafından restore ettirilen kemer son olarak ikinci bir hat çektirten II. Justin tarafından 576 yılında tamir ettirilmiştir.
626 yılındaki Avar kuşatması sırasında sur dışında kalan kısmının bir bölümü yıkılarak su ile irtibatı kesilen kemer, ancak 758 yılındaki büyük kuraklık zamanında V. Konstantin tarafından yıkılan yerlerin tekrar inşaa ettirilmesiyle suya kavuşabildi. İmparator şehrin su rezerv sisteminin tamamını, Anadolu’dan ve Yunanistan’dan getirttiği işçiler vasıtasıyla Patrikios’a onarttırdı.
Kemerin diğer bakım çalışmaları II. Basileios (1019’da) ve III. Romanos döneminde gerçekleştirilmiştir. Kemerle ilgilenen son Bizans İmparatoru I. Andronikos Komnenos’tur. Ne Latin İmparatorluğu döneminde ne de Palaiologus hanedanı zamanında herhangi bir bakımdan geçmeyen kemer, şehrin nüfusunun 40-50 binlere kadar düşmesi üzerine eski önemini yitirmiştir. Fakat, buna rağmen Kastilyalı bir sefir olan Ruy Gonzáles de Clavijo’nun 1403’te Timur’u ziyareti dolayısıyla güzergahında bulunan İstanbul’dan geçerken belirttiğine göre o tarihte kemer hala aktif olarak kullanılmaktadır.
Büryan Kebapçısına girip de Büryan Kebabı yenmez mi? Nefis birşey, bildiğiniz kuyu tandır et ve pidesi..yöresi Siirt...
Çarşıda daha çok Siirt yöresinden gelmiş ürünler satılıyor. Satılan
ürünler arasında. Pervari'nin meşhur karakovan balı, Van'ın otlu peyniri,
sumak, menengiç, bıttım sabunu, keledoş yemeği yapılan akpancar otu ve heliz
otu, kavun-karpuz çekirdeği, Suriye'den gelen Ceylan çayı , tandır ekmeği ( bir
yıl küflenmiyormuş, hacca bile götürülüyormuş ), magamis denilen cevizli sucuk,
severkitel denilen içli köfte bulguru, eşkinar denilen nar ekşisi, patlıcan
kurusu, kesme, fıstık, muska, badem, makaşa denilen kırık nohut, nanenin
akrabası reyhan, Doğu'nun tarhanası diyebileceğimiz gilgil, kara üzüm, meşhur
Siirt battaniyeleri ve namazlıkları var.
Bu peynir, Van başta olmak üzere
Siirt, Bitlis gibi bölge kentlerinde yapılıyor. Koyun sütünden üretiliyor. Özel
tadı ve kokusu, içine konulan yabani sarımsak otundan geliyor. Ya toprak
küplere ( şimdilerde plastik bidonlara) basılıyor ya da salamurada
dinlendiriliyor. Dayanıklı bir peynir olması önemli özelliklerinden sayılıyor
ve uzun yolculuklarda yolluk olarak tercih ediliyor.
Menengüç de pek aşina olmadığımız
lezzetlerden biri. Aslında yabani fıstık. Yani aşılanmamış fıstık ağacının
meyvesi olan, sabun
da. Menengiç'den yapılan sabunun adı bıttım sabunu. Kepeğe ve saç dökülmesine
iyi geldiğini söylüyorlar. Gereksinimi olanlara duyurulur.
Çokca da kasap var Kadınlar Pazarı'nda. Bu yüzden de bazıları çarşıya
kasaplar pazarı diyor.
Kadınlar Pazarı'nın lokantalarına gelince; Siirt mutfağının büryan kebabını,
bumbar dolmasını, perde pilavını yapan kebapçılar var. İstanbullu Siirtliler sık
sık bu kebapçılarda buluşuyorlar. Üç beş kişilik olduğu söylenen kocaman bir
tepside sunulan "karışık" siparişi verdiğinizde, her çeşitten tatma
olanağı bulabiliyorsunuz. Tabii bu üç beş kişilik porsiyon bizim gibiler için
yedi sekiz kişilik porsiyona denk gelecek kadar bol. Bu kebapçılar çok popüler.
Geceleri tanınmış simalara raslamak mümkün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder