Sayfalar

1 Kasım 2012 Perşembe

Zeyrek

Uzun zamandır adını duyduğum fakat işlerimden dolayı gidemediğim bir yer olan Zeyrek'e nihayet gidebildim.Bakalım bugün neler keşfedeceğiz :)) Yola Haliç kıyısındaki Ayakapı otobüs durağından başladık,tabii bu bahsettiğim Zeyrek bölgesine Saraçhane,Şehzadebaşı,Bozdoğan Kemeri bölgesinden de ulaşabilirsiniz.Burası Fatih ilçesinin tarihi bir semti...

İstanbul Zeyrek

Duraktan yavaş yavaş yukarıya tarihi yarımada içerine doğru başladığımız yolculukta karşımıza içi ve önü turistlerle dolu tarihi bir fırın çıktı,tarihi fırın görür de hiç ilgilenmez olur muyız, hele saatler sabahları ve kahvaltıyı gösteriyorken :) turistler İstanbul'u bizden iyi biliyorlar buraya nasıl gelirler bu fırını nasıl keşfederler pes doğrusu.Zor da olsa fırının içerisinde oturacak bir masa bulduk ve hemen gözümüz fırından yeni çıkan enfes kokulu böreklere poğaçalara takıldı.


Benden tavsiye böyle bir geziye başlarken sabah evden hiçbir şey yemeden çıkın,ne zaman nerede karşınıza ne çıkacak bilemezsiniz :) Evden kahvaltı yapıp çıktıysak da bu nefis su böreği,poğaça ve kürt böreğine hayır diyemedik,tabii yanında tavşan kanı çay da olunca :)



Neyse, daha fazla sizi acıktırmamak için börek muhabbetine ara verip gezmeye devam ediyoruz:)

Osmanlı kent dokusunu günümüze taşıyan en önemli mahallelerden olan ve UNESCO tarafından tüm insanlığa ait değerli anılar taşıdığı için "Dünya Kültür Mirası" olarak belirlenen Zeyrek, ahşap cumbalı ve söveli evleriyle biliniyor.


Dar sokaklardan yavaş yavaş ilerlerken yol üzerinde eski ama ruhu olan evler görüyoruz,eski insanlar bugüne göre sanırım çok daha şanslılardı,bir iki katlı evlere (şimdi villa diye trilyonlara satılan taş ve ruhsuz evler) ve kendilerine ait bahçeye sahiplermiş...


Her ev sahiplerinin ruhunu yansıtıyor,ahşap evler bir de yeşil asmalar ve sarmaşıklarla birleşince çok güzel renkli manzaralar ortaya çıkıyor...
Zeyrek semti 19. yüzyılın ilk yarısında yapılan ahşap sıra evleriyle, "serçeden başka kuş, Zeyrek'ten başka yokuş bilmez" deyişini yaratan kıvrımlı dar sokakları, dik yokuşları, hatta merdivenli iniş-çıkışları ile ünlüdür.Bitişik nizam mimari ile kıvrımlı sokaklardan oluşan Zeyrek, Süleymaniye ile birlikte Osmanlı kent dokusunu günümüze taşıdığı için tarihsel olduğu kadar mimari açıdan da önem taşıyor.


Tarihi yarımadada yukarılara doğru tırmandıkça karşımıza her an tarihi,bir hikayesi olan yapıtlar karşımıza çıkıyor.İşte şimdi Zeyrekhanedeyiz.Burası da ne mi?


Bakalım Wikipedia burası için ne yazmış,sıkıştığım anlarda Wikipedia'ya başvuruyorum.Çünkü gördüğümüz her mekanın duvarında ya da içerisinde orası ile ilgili bilgi çoğu zaman maalesef ya bulunmuyor ya da çok az bulunuyor. Bir seferinde tarihi bir camii hakkında bilgiyi caminin tuvaletçisinden öğrenmiştim bana ders olmuştu :)

İstanbul Zeyrek


Zeyrekhane'ye ulaşmak için adına Zeyrek denilen açık hava müzesinde bir zaman yolculuğu yapacaksınız. Dik yokuşlarda, eğri büğrü yollarda, birbirine yaslanarak ayakta durabilen ahşap evlerin arasından geçeceksiniz ve bu mekana vardığınızda karşınıza son derece muhteşem bir manzara çıkacak: Sağda Şehzadebaşı Külliyesi, onun biraz solunda Süleymaniye, biraz sola dönünce Sultanahmet ve Ayasofya yan yana. Tam karşıda Topkapı Sarayı'nın kubbeleri, yanında Marmara, onun ardında Üsküdar. Sol taraf Galata ve Beyoğlu-eski Pera. Sağ elinizle Beyazıt, sol elinizle Galata Kulelerine dokunabilirsiniz.



İşte bu etkileyici manzarayı seyrederken, Zeyrekhane’nin kendine özgü sıcacık, nostaljik atmosferinde Türk mutfağının en seçkin lezzetlerini tadabilir, kahvenizi içebilirsiniz. 


Mekanın dekorasyonuyla, tıpkı Cafe Du Levant’da olduğu gibi, Rahmi Koç ve Azize Taylan bizzat ilgilenmiş. Restorasyon sırasında kullanılan harçlar Anadolu’dan toparlanan özel alaşımlarla aslına uygun olarak yapılmış.


Zeyrekhane’de gördüğünüz tüm tablolar, fermanlar, kavukluklar, hat örnekleri her şey orjinal. Aksesuarlardaki çini çalışmalarını dünyaca ünlü çini ustamız Sıtkı Olçar, nam-ı diğer “Sıtkı Usta” yapmış.



Zeyrek Camii veya Pantokrator Manastırı Kilisesi İstanbul'un Zeyrek semtinde Doğu Roma döneminden kalma dinî yapıdır. Kilise üç ayrı şapelin bir araya gelmesinde oluşur. Ayasofya'dan sonra İstanbul'da ayakta kalan en büyük eski kilisedir.

İstanbul Zeyrek

Güneydeki ilk kilise II. Yannis Komnenos'un karısı İrene tarafından 12. yüzyılın ilk çeyreğinde yaptırıldı. Karısının ölümünün ardından imparator kilisenin kuzeyinde, az ilerisine ikinci bir kilise yaptırdı ve en sonunda bunları birleştirmek için üçüncü bir kilise daha yaptırdı.


İstanbul'un fethinden sonra ilk medrese burada açıldı. Müderrisi Zeyrek Mehmed Efendi'ydi. 


Fatih Külliyesiyle birlikte yeni medreselerin yapımı tamamlanınca buradaki medrese kapandı ve bina cami oldu. Şu anda yalnızca güney kısmı cami olarak kullanılmaktadır.


1118 ve 1124 tarihleri arasında Bizans imparatoru II. Yannis Komnenos'un eşi Macaristanlı İrene bu manastır sitesini inşa etti. Hristos Pantokrator (Herşeye kâdir İsa) adadı. Manastır, ana kiliseyi kapsıyordu. Ayrıca bir kütüphane ve bir de hastane adadılar. Eşinin ölümünden sonra, kısaca 1124 den sonra imparator II. Yannis Komnenos ilk kilisenin kuzeyine diğer bir kilise inşa etti. Onu Theotokos Eleousa'ya adadı. Neticede (1136) iki şapel (Saint Micheal'e adanan) ile birleşti. Komnenos ve Palaiologos hanedanlıklarının İmparatorluk mozelesi haline geldi. Bundan başka, pekçok yüksek rütbeli Bizanslı, İmparator II. Yannis ve eşi İrene, İmparator I. Manuel Komnenos'un eşi Sulzbachlı Bertha ve İmparator V. Yannis Palaiologos buraya gömüldüler.



Zeyrekhane ve Camii gezisinden sonra Bozdoğan Kemeri,Saraçhane'deki Kadınlar Pazarına gidiyoruz.


Çok kısa bir yürüyüşten sonra Zeyrek Kadınlar Pazarına ulaştık.Burası hemen Saraçhane Tarihi Su kemerinin yanında yokuş aşağı doğru kurulmuş bir pazar yeri...Bu caddeye İtfaiye Caddesi diyorlar.
Bu nefis narların resmini çekmekten kendimi alıkoyamadım :))


İsterseniz önce bu çok etkileyici su kemerlerinden bahsedelim.İstanbul'un coğrafi yapısının çok engebeli olması nedeniyle şehre su getirmek tepeleri aşırmak her zaman bir sorun olmuştur.Bu sorunu aşmak için Bizans döneminden başlayarak şehirde birçok su kemeri ve sarnıç inşa edilmiş.Bozdoğan sarnıcı bunlardan en önemlisi.



O zaman ki adı Bizans olan şehrin su rezerv sisteminin inşası İmparator Hadrianus döneminde başladı.I. Konstantin zamanında şehrin yeniden yapılanması ve büyümesiyle birlikte hızla artan nüfusun ihtiyacını karşılamak için sistemin daha da genişletilmesine gerek duyuldu.
Kemer, suyunu Kağıthane ile Marmara Denizi arasında kalan tepelerin yamaçlarından alan ve Trakya’nın tepelik bölgelerinden başkente kadar uzanarak şehrin su ihtiyacını karşılayan geniş kemerler ve kanallar sisteminin - toplam uzunluğu 250 kilometreye kadar uzanan bu sistem antik dönemde yapılmış benzer sistemlerin en büyüğüdür - en son noktasında yer almaktadır. O zamanlar şehre gelen bu su, toplam kapasitesi 1 milyon metre küpten fazla olan üç açık ve Yerebatan Sarnıcı gibi yüzden fazla yaraltı sarnıcında depolanmaktaydı.


Kemerin inşaasına ne zaman başlandığı bilinmemekle birlikte, 368 yılında kemerin adının da kendisinden geldiği Roma İmparatoru Valens döneminde bitirildiği bilinmektedir. Kemer o zaman Kapitolyum’un bulunduğu üçüncü tepe(bugün İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu yer) ile Havariyun Kilisesi’nin bulunduğu dördüncü tepe(bugün Fatih Camii’sinin bulunduğu yer) arasındaki vadide uzanmaktadır. Söylentiye göre, Procopius isyanı sırasında çöken Kalkedon duvarının taşları kullanılarak inşaa edilen kemer, 373 yılında dönemin valisi Klearchos tarafından Theodosius Forumu’nda , Yunan Mitolojisinde su perisi olarak geçen Nemflere ithaf edilerek törenle hizmete sokulmuştur.


382 yılında yaşanan şiddetli kuraklıktan sonra I. Theodosius tarafından Belgrad Ormanlarından şehre su taşıyan yeni bir hat inşaa ettirildi(Theodosius Kemerleri ).II. Theodosius döneminde, Bozdoğan Kemerin suyunun Zeuksippos Banyolarına ve İmparatorluk Sarayına dağıtımı sağlandı. Muhtemelen bir depremde zarar gördükten sonra, Yerebatan ve Binbirdirek Sarnıçlarıyla bağlantılarını da tamamlatan Roma İmparatoru I. Justinyen tarafından restore ettirilen kemer son olarak ikinci bir hat çektirten II. Justin tarafından 576 yılında tamir ettirilmiştir.
626 yılındaki Avar kuşatması sırasında sur dışında kalan kısmının bir bölümü yıkılarak su ile irtibatı kesilen kemer, ancak 758 yılındaki büyük kuraklık zamanında V. Konstantin tarafından yıkılan yerlerin tekrar inşaa ettirilmesiyle suya kavuşabildi. İmparator şehrin su rezerv sisteminin tamamını, Anadolu’dan ve Yunanistan’dan getirttiği işçiler vasıtasıyla Patrikios’a onarttırdı.
Kemerin diğer bakım çalışmaları II. Basileios (1019’da) ve III. Romanos döneminde gerçekleştirilmiştir. Kemerle ilgilenen son Bizans İmparatoru I. Andronikos Komnenos’tur. Ne Latin İmparatorluğu döneminde ne de Palaiologus hanedanı zamanında herhangi bir bakımdan geçmeyen kemer, şehrin nüfusunun 40-50 binlere kadar düşmesi üzerine eski önemini yitirmiştir. Fakat, buna rağmen Kastilyalı bir sefir olan Ruy Gonzáles de Clavijo’nun 1403’te Timur’u ziyareti dolayısıyla güzergahında bulunan İstanbul’dan geçerken belirttiğine göre o tarihte kemer hala aktif olarak kullanılmaktadır.


Kemerlerden yavaş yavaş kadınlar pazarına geldikçe nefis et kokuları gelmeye başladı.Burası yanyana dizilmiş anadolunun çeşitli yörelerine ait mahalli yiyeceklerin satıldığı ve sunulduğu dükkanlarla dolu,


Kokular açlığımızı aklımıza getirdi(aslında kokulara fazla dayanamadık aç olmazsak da :) Hemen ilk gördüğümüz Büryan Kebapçısına girdik ve siparişlerimizi verdik.Yukarıdaki pilav" Perde Pilavı "çok ilginç güzel birşey...Dışı yufka içi tavuklu pilav...

İstanbul Zeyrek

Büryan Kebapçısına girip de Büryan Kebabı yenmez mi? Nefis birşey, bildiğiniz kuyu tandır et ve pidesi..yöresi Siirt...



Çarşıda daha çok Siirt yöresinden gelmiş ürünler satılıyor. Satılan ürünler arasında. Pervari'nin meşhur karakovan balı, Van'ın otlu peyniri, sumak, menengiç, bıttım sabunu, keledoş yemeği yapılan akpancar otu ve heliz otu, kavun-karpuz çekirdeği, Suriye'den gelen Ceylan çayı , tandır ekmeği ( bir yıl küflenmiyormuş, hacca bile götürülüyormuş ), magamis denilen cevizli sucuk, severkitel denilen içli köfte bulguru, eşkinar denilen nar ekşisi, patlıcan kurusu, kesme, fıstık, muska, badem, makaşa denilen kırık nohut, nanenin akrabası reyhan, Doğu'nun tarhanası diyebileceğimiz gilgil, kara üzüm, meşhur Siirt battaniyeleri ve namazlıkları var.


Bu peynir, Van başta olmak üzere Siirt, Bitlis gibi bölge kentlerinde yapılıyor. Koyun sütünden üretiliyor. Özel tadı ve kokusu, içine konulan yabani sarımsak otundan geliyor. Ya toprak küplere ( şimdilerde plastik bidonlara) basılıyor ya da salamurada dinlendiriliyor. Dayanıklı bir peynir olması önemli özelliklerinden sayılıyor ve uzun yolculuklarda yolluk olarak tercih ediliyor.

Menengüç de pek aşina olmadığımız lezzetlerden biri. Aslında yabani fıstık. Yani aşılanmamış fıstık ağacının meyvesi olan, sabun da. Menengiç'den yapılan sabunun adı bıttım sabunu. Kepeğe ve saç dökülmesine iyi geldiğini söylüyorlar. Gereksinimi olanlara duyurulur.

Çokca da kasap var Kadınlar Pazarı'nda. Bu yüzden de bazıları çarşıya kasaplar pazarı diyor.

Kadınlar Pazarı'nın lokantalarına gelince; Siirt mutfağının büryan kebabını, bumbar dolmasını, perde pilavını yapan kebapçılar var. İstanbullu Siirtliler sık sık bu kebapçılarda buluşuyorlar. Üç beş kişilik olduğu söylenen kocaman bir tepside sunulan "karışık" siparişi verdiğinizde, her çeşitten tatma olanağı bulabiliyorsunuz. Tabii bu üç beş kişilik porsiyon bizim gibiler için yedi sekiz kişilik porsiyona denk gelecek kadar bol. Bu kebapçılar çok popüler. Geceleri tanınmış simalara raslamak mümkün.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder